Archives

Another No

i dont know how we got here?
drinking together
searching for the youth we lost
another potatoe chips, mushrooms come, drinks come and get.
we get what we get
she talks she doesnt sound like she's nuts.
anyone's hearing what she just...?
one...now she's winning the break up!

he is smiling everyone's laughing.
what's wrong with you people?
they were the ones thats gonna cut each other up into fucking pieces in the last months.
i decide
as an architect, i design the moment again
god what up?
i clear everyone up

eveyone stop!
girl please shut up!
stop this damage called life.
i count
two now...she is winning the break up

stop now! the wall clock's working...
stop now' the potatoes are burning...
stop my blood running
in my veins.
stop you talkin to my boyfriend!
now where's my fucking ring?
if i left it behind against my dad
now where's my fucking wings?
where am i standing seriously in this nightmare?
my wings flap as they clap your laughter, full of sins
and no i cant stop time
and no i cant

i have no friends
i have no second chance
i have no time to stop this time
i have no courage
and no wings
i only have no's to see what i all have
this is what i have

and no i cant stop time...

COME BACK LATER AGAIN n AGAIN n AGAIN n AGAIN n AGAIN n AGAIN...

insan evi neresi ömür boyu bilemiyor kanımca...

insan uyanınca nerdeym ulan kim bu yanımdakiler diyorsa kesin o işte bir bit yeniği oluyor...
yok bahsettiğimin tek gecelik durumlarla hiç mi hiç alakası yok...

bi gün uyanıp ulan bu neden benim ailem dediyseniz,
yada uyanıp ulan ben neden bu herife aşığım diyorum ki, 2 yıldır çıkıyoruz ama ben onu hiç sevmemişim bile diyorsanız,
yada yada ulan ben niye evimde yapayalnız uyandım böyle ne yicem a.q. tek başıma otururum öğlene kadar-öğlen de lahmacun söylerim dediyseniz...
yada yada yada işinizin başında kağıtlarınızla uyuyakaldıysanız ve uyandığınızda işinizin suratına bakmak istemiyorsanız
daha da fenası işinizin başında kağıtlarınızla uyuyakaldıysanız ve uyandığınızda çevrenizdeki herkesin sizi mesleğiniz yüzünden terkettiğini gördüğünüzde çükünüze takmadıysanız ve işimi çok seviyorum lan diye haykırdıysanız ağlamaklı kahkahalarla
WELCOME TO THE SEASIDE!

paniğe gerek yok, kıyı iyidir...
kıyı bir karşılaşmadır...
karşılaşma iyidir...
eğer yüzyüze gelmeyeceksek bazı şeylerle, ne farkım var ceviz masamdan...

kıyıda vakit geçirmeyiz...
vakti başka yerlerde geçiririz aslında ve kıyıda yaşadığımız o anlık karşılaşma bize asır gelir nedense...aynaya bakmak gibidir...
sonra gerisin geri döneriz ev dediğimiz yerlerimize, hayat boşluklarımıza...tekrar kıyıya dönemk için belki de...

herkes bi gün o kıyıya dönecektir...

emniyet kemerleri kopsa bile, araçtan fırlasak bile gidecek bir kıyı hep olur, ama ambulansla, otobüsle, ama otostopla, ama tabanvayla...

Kentler ‘Düzen’in Aynasıdır!

(Yapı.com.tr de okunmuştur,
etkilenilmiştir,
alınıp hemen buraya konulmuştur)

Haber: Cumhuriyet Gazetesi / Oktay EKİNCİ
23.07.2008


Mimarlık öğrencisiyken “yaşamı kavrama”mızı sağlayan güzel bir söz vardı; “Kentler düzenin aynasıdır”...Nedense zamanla söylenmez oldu... Oysa varoşlardaki gecekondular ile merkezdeki gökdelenler, kenti sarmalayan yoksulluk ile kenti sömüren bir varsıllığın simgeleri değil de nedir?... “Eşzamanlı” yaygınlaşmaları da aynı dengesizliğin “artarak” sürdüğünü göstermiyor mu?..
Son zamanlarda ise varoşlar en pahalı villa siteleriyle doldu. Hatta en görkemli “çağdaş konaklar” ormanlarda, su havzalarında gecekondularla yan yana... Yani, gelecek kuşaklar adına sözde “imara yasak”lanmış araziler, barınma amaçlı kaçak konutlarla “yaşama” amaçlı kaçak sitelerin “komşu” oldukları ortak inşaat alanları... Siteler, komşularına karşı etraflarını sur duvarlarıyla çevirmişler; kapılarında “sivil silahlı kuvvetler” ve adım başı gözetleme kameraları..
Komşu gecekonduların ise böyle bir dertleri olmasa da artık başka bir “korku”ları var; şu yeni “kentsel dönüşüm” yasası..amansız ve acımasız. Evler “mortgage pazarı”nın “TOKİ arsaları”na dönüşürken, sakinleri de dağbaşındaki “sürgün blokları”na gönderiliyorlar...
‘Uzay’la komşuluk!
Böylesi bir “kentsel değişim”in gökdelenleri de bir âlem! Artık “şirketlere ofis” amaçlı değil, adına “rezidans” denen “ayrıcalıklı konut”lar için yükseliyorlar... Kente en tepeden bakabilmek, hatta bir rezidans reklamındaki deyişle “uzayla komşu olmak”, doruklara çıkan imar rantının yarattığı yeni zenginlik kültürü... Parası olanlara kentin istediği yerinde yükselme özgürlüğü “demokrasi”nin (!) de göstergesi sayılıyor...
Kente zarar veren bu şımarık kulelere şehircilik hukuku adına “dava açmak” ise imardaki eşi görülmemiş bir “adaletsiz”liği toplum adına sorgulamak olduğundan, yakında “Ergenekon”a bile girebilir... Böylesi bir “kalkınma”(!) görüntüsü, her yönüyle “yağma düzeni”nden başka hangi ortamda görülebilir? Denebilir ki kentler, hiç bu kadar açık ve seçik “düzenin aynası” olmamışlardı...
‘Sahte pazar’lar
Bu tarihsel aynada binlerce yıllık “alışveriş kültürü”müzün öldürülmesi de var... Sahipsiz kalan eski çarşılar, siyasi koruma altındaki dev alışveriş merkezlerine karşı “yaşama savaşı”ndalar... Geleneksel pazarlarımızı yok eden “tüketim hangarları”nda, herkesin hoşuna gitsin diye “sahte pazar yerleri” bile düzenlemeye başladılar...
Halkın “beslenme parası”nı çarşıdaki tanıdık esnafa değil, mega marketlerin adını bile bilmediği küresel şirketlerine vermesi için seferberlik halindeler. Pazar günleri çarşı pazar kapalı, ama süpermarketler “halkın hizmetinde”!..
İşte böylesi bir kent yaşamı, “soygun ekonomisi”ne bağlı bir düzenin aynası değil midir?
‘Tarihimsi’ projeler
Gelelim tarihi kent dokularına... Eski evler ve tarihi sokaklar, yıllardır en “muhafazakâr” siyasetlerin en yıkıcı imar politikalarıyla yok edilerek apartmanlara dönüştürüldüler. Bir semtin, 30-40 yıl arayla çekilmiş iki fotoğrafı, kültür ve uygarlık düşmanı bir düzenin adeta “dev aynası” gibidir... Bu “vahşi” rant saldırısından, korumacıların onca baskı ve tehditleri göğüsleyerek büyük özverilerle kurtarabildikleri elde kalan son dokuları ise şimdi de “turistik dekor” projeleriyle tarihten siliyorlar...
Kimler mi?
Birincisi, tarihi evlerimizde yine “biz”lerin yaşaması gerektiğini kavrayamayan sözde modern kafalar... İkincisi de kültürel birikimlerle iç içe yaşamayı, “toplumu kimliksizleştirerek” sömürmenin engeli gören, kökü dışarıda anlayışlar.. Bunlar, “yandaş” sermayeleriyle ve “özgür”(!) tasarım düşkünü mimarlarla birlikte, son kalan eski kent dokularını insanlarından da arındırarak, “tarihimsi” dekorlu “rant projeleri”ne kurban ediyorlar... Bunun “neyin aynası” olduğunu ise sormayın; çünkü yanıtını “edep dahilinde” vermek mümkün değil...

örNeklerin örDeklere dönüşmesi yada balkabağı sendromu

bugün 2 yıldır görmediğim bir arkadaşımı gördüm. uzaktan davulun sesi hoş gelir ya, bana da öyle hoş geliyordu onun sevgilisiyle yaşadığı ilişki.

şuraya gelicem ki, herkesin bazı konularda örnek aldığı insanlar olmuştur.
teyzemi çocuk yetiştirme konusunda, annemi kendi ayakları üzerinde durabilme, babamı umursamazlık, kardeşimi bencillik, anneannemi çemkirme, dedemi sanatkar efendime söyliyeyim kate moss'u tarz olarak örnek görüyorum ben....(yalnız dedem kısmından sonra kate moss bayaa alakasız durdu, neyse)
ilişkiler konusunda da birkaç insan vardı aha böyle parmakla gösterdiğim, onunkini de öyle pörfekt buluyordum. uzaktan uzağa emek vererek severek filan kotarıyorlardı işi.
biri bir şehirde biri başka şehirde, katı aile, parasızlık, okul, iş derken...
vay be diyordum.
herkes ne pörfekt diyordum.
tanışmaları bile enteresandı...böyle bir romantik efendim bi pörfekt bi pörfekt...

belli ki öyle değilmiş.
en azından o öyle değilmiş....ilişkilerin altında da birçok şey yatıyor...herşey o kadar da toz pembe değilse madem ben neden uzaktan uzağa kanıyorum lan öyle salak mıyım ben?

allah allah...

herkes çabalıyor mu yani böyle görünsün diye?
yoksa orjinalinden mi böylemükemmel bazı insanlar?

yazının sonuna doğru genelleme yapıp artizlik olsun die 2 laf yapcaktm ama teyzemn 1 gün bile çocuklarına kzmadığını görünce onun da pörfekt olduğuna karar verdim.
anneannem de her zmn çemkireblio...
dedem 70 küsür yaşında hala ayakkabı sevdasıyla yanıyor, mimarlığa bayılıyor...
annem canavar gibi maşalla...
kate moss da hala pörfekt...

ulan ne yazcaktım ne oldu...

böyle blog mu olur lan...
istikrarsız mıyım neyim resmen bok gibi oldu!
bana örnek olanların aslında içten içe birer ördek olduğuna bağlayacaktım ama galiba ördek olan benim o_0
gıcık oldm!
azönce gelen kola içmeyin adlı spam mesajımı da aldığıma göre, bunları kutlamak için 2 buçuk litrelik kola içerim!

dönünce daha güzel yazcam bu sefer....

( yanıt: çok da penis)

'olmuyor' cümlesi: karamsarlığın ifadesi mi? mimarlığı ayağınızla hissedebilir misiniz? ve yıldız tilbe yorulmadan kaç saat çılgınca dans edebilir?

karamsar değilim. romantik olmamaya çalışıyorum, realistlik içimde var ama duygusalım ne yapayım...aklımla sorguladığım zaman bazen isyanım cevap oluyor mantığımın sorusuna. isyan etmek duygusallıktan gelir haksız mıyım?
nedir bizi sürekli romantikliğin pençelerine sürükleyen ve bizim kendimize gülmemizi sağlayan realite?
bu mudur bu kadar mıdır?
realite romantikliğe gülmekten mi ibarettir?...kim bizi böyle yetiştirdi?
bu başka bi yazının konusu mudur?
karamsarlık da romantikliğe mi mensuptur yoksa hissiyatımıza da realitede bu kadarcık yer olmalı mı?
istisnalar kaideyi bozar mı?

''deniyorum, olmuyor.'' gerçekçidir.
'bir daha denememelisin' anlamına gelmez.

ve bunu neden açıkladığımı ben bile bilmiyorum.
manzara sadece bizim gördüğümüz değildir. karşıdan baktıklarında biz de onlara göre bir manzarayızdır.
hissiyatım, aklım fikrim sağolsun karşımdaki manzarayı görüyorum....ama bazen kendimin karşıdan nasıl bir manzara olduğumu bilmiyorum.

yaz tatili dedikleri nasıl bir şeyse her sene bi doz zaten alamıyorum, güç bela aldığımda da tatil olmuyor. (açılışı yaptık) deniyorum, olmuyor.

''O denizin kokusudur, dalgaların sesidir insanı ılımlı yapan bence...İlla kamusal alana gerek yok!'' derken....''Ahanda balkonumda gayet kamusalım; orayı burayı dikizliyorum, denizi de görüyorum 2. kattan'' derken (ayı mıyım neyim diye düşünmeden geçemedim bu arada...neyse) müstehakmışçasına Mersin Belediyesi yıl içinde çalışmış ve önümdeki denizi adeta hiç utanmadan 10 metre doldurmuş...ayılığıma doymayayım, yalnız hissetmiyorum artık çünkü tek ayı ben değilmişim anladım...yazlık olmuş huzurkent tatil sitesi, yeni aldığım topluklu ayakkabılarımın sesi emeklileri rahatsız ediyor...koşarak kaçamıyorum TAK TUK ses çıkıyor...
iskeleye bakıyorum...
iskele yok ki...
topuklu ayakkabılarımla denize girmek ve bütün yıl ayakkabılarımın parçalanmış olmasından yakınarak bu durumdan zevk almak istiyordum...her insanın garip zevkleri olabilir...her sene ben değişiyorum, ama anılar aynı kalıyor...ayakkabılar değişiyor ama anılar üzerine yapışıyor, deneyimler bi kenarda kalmıyor tozlanıp...
artık burda sahile inip ahşap geniş parapetlere oturduğumda ayağıma kadar gelen dalgalar yok.
adeta bir ucube gibi duran vasıfsız voleybol sahasıyla göz göze geliyorum.
ulan voleybol sahasının gözü olsa açmaz kapatır diyorum. öyle vahim bir toz duman var deniz yerine...

sahil dediğimiz şey denizin suyunun ayağımıza değmesi miydi, öyleyse istanbuldaki sahil neydi?
izmirde 20 kişi oturduğumuz kordondaki o alçak parapetler ve önündeki yol neydi?
sahil neydi?
su neydi? ayağım neydi?



şu yapılara bakıyorum..hepsi denize doğru yönelmiş V şeklinde duran tipik yazlık bir site.
iyi de dağdan da yönelirim denize diyorum.
hayır yönelirim ne var ki!
ne farkı vardı burda olmanın?
taa kalktım 1000 km yol teptim manyak mıyım ben diye düşünmeden edemiyorum.

eskiden çıplak ayakla giderdim denize burada, terlik bile almazdım, betondan, ahşaba, sonra taşa, kuma, ardından suya değen ayaklarım adeta tüm sene gizli saklı durmanın acısını çıkartırdı...vaadedilen aslında tam da anlatılan o 'cennet'ti ayaklarım için.

dümdüz betonun ılıklığı, ayağıma yapışan tozlar, sonra ahşabın esnekliği, kokusu, sıcacık taşların ayağımı kesmesi kumların ayağımı yakması, denize yaklaştıkça kumların serinlemesi ve içine gömülmek, ve dalgayla beraber o batışı hissetmek...
evren bu kadar büyükken onun bir parçası olmanın verdiği mutluluğu ego meselesi yapmamak, denize atlamak, burnumuza tuzlu suyun dolmasına izin vermek ve kafayı çıkardığında pöykürmek...
sahil bu değil biliyoruz...
bu belki malzemenin, manzaranın ve doğanın bizde uyandırdığı hisler topluluğu...
mimari sirkülasyon meselesi bi nebze...

ama bariz; sahil şuan yapılmış ayı gibi dolgu da değil!

ayaklarıma değen suyun 10 metre ileriye çekilmiş olmasına kızmıyorum...

neler olduğunu söyleyeyim;
bir 'yaşantı' öyle denizin dalgasından ayağın kayıp beton merdivenlere kafanı çarpıp beynin patlayıp öldüğünde tükenmez...asıl bu, yaşantının asıl ta kendisidir. kabullenmektir gerçekleri. bizim insanımız romantikliğinde kaybolup giderken, gerçeklikle mutlu ölen insanlara bile sevinemiyoruz. aciziz.

burada eskiden gel-git zamanı o kıyıdaki ahşaplar dalgalarla ıslanır, ıslandıkça eskir, eskidikçe daha esnek olurlar, üstüne oturdukça kokusu sinerdi her yıl üzerimize...dalgalar sitenin son binalarının duvarlarına duvarlarına vurur, sarmaşıkların orada gelişmesini sağlardı...rüzgar olurdu denizin burda minik bir koya dönüşmesi etkisiyle, o rüzgarla arkadaki yapılara kadar ulaşan su damlaları serinletirdi tüm heryeri...denize ters oturduğumuz beton merdivenlerde tüm site denizi değil bizi izlerdi kimi zaman...ve deniz aslında sitenin oluşumun bi parçasıydı. yaşantı vardı burda.
şimdilerde yaşantısızlığın adı huzur olmuş sanıyorum.
huzur kent diyorlarmış ya buraya...

bir yaşantı nasıl tüketilir?
manzarayı kendisi kılan gençler için toplanma alanı olan, o geniş ve sadece fonksiyonundan ibaret olmayan beton merdivenleri yıkarsan...ahşap oturakları 'su deyiyii eskiyiii' diye kaldırırsan...10 metre deniz önüne dolgu yapar da plajı ve kayalıkları yok edersen...ve daha mimariye dair söveceğim bir çok şeye yol açarsan bir yaşantı tüketilmiş olur.

yeşil beslenemiyor, caretta carettalar yumurtlayamıyor, çocukların kızları korkutmak için deniz kenarından alıp havuza attığı yengeçler bile artık yok. denizin sesi bastıramıyor artık dedikoduları, kahkahaları, bira şişelerinin seslerini....

konken oynayan kokoş anneler yok, hoşlandığın çocuk merdivende yanına oturamıyor, kızlar ahşaplara basarak takır tukur yürüyüp kıkırdayarak geçmiyor hoşlandıkları çocukların önünden, kumlar üzerinde çıplak ayakla dans edip şarkı söyleyemiyorlar, 18 yaşını doldurmamış çocuklar anneleri yakındayken aldıkları biraları gizli gizli içemiyorlar cam sesinden, çocukların kulüp odası da artık bir ev...yaşasın rantı kötüye kullananlar!

nerdeymiş o kamusal alan....yol yapmış yaaa adamlar, şaka gibi! yol yapmış yol yol!
yola da çok ihtiyacımız vardı!
yol yapınca avrupalı olduk sanılıyor!
kamu dedikleri kim? sen, ben, o değil miyiz allahın öküzleri!

artık gençlerin buraya gelmemesi, insanların sıcaktan ve yapacak hiçbişey bulamamaktan bunalmaları işte bu yüzden!
balkonlarında oturanlar bile artık içerde televizyon izliyor.

bu ülkede yaşantıya verilen değer bu kadarken bir de insan hayatına verilen önemden bahsediyoruz. merhaba, burda toplu katliam var ve de kimsenin haberi yok.

tüketim toplumu olmak mek danıldsta 2 tane koca menü yemekle olmuyor efendim.
mek danıldsı dünyanın neresinde görürsen gör gözlerin parlarken,
kendine ait yerleri aman ha romantik olmayalım diye bi kenara itmekle oluyor!

romantik olmayalım diye ayı oluyoruz.
realistliği ayılıkla karıştıran zihniyete sesleniyorum:
o yaptığınız yol denen halta asla adımımı atmam,
kıyı kamusal alansa, kamu kim diye sorarım ben size, ben kimim madem öyle, böyle kamusallık mı olur? ben kullanamadığım alana kamusal demem arkadaş!
benim hakkım resmen çalınıyor! iyi mimari bir anda oluyor kötü mimari...

çok tepki vermiyorum, hatta az bile veriyorum biliyorum.
deniz, insanlarla arasında duvar olsun istemez...orda bir yaşantı olsun ister...
einstein'a kulak verin, size bizim nasıl tanrı olduğumuzu anlatsın...
karşılaşmazsak, zaman olmaz! mekan doğmaz! insan, insanlığını anlamaz!
tanrı olmaz!
denizin ortasında, kenarında, yanında...yaşantı olmalı...karşılaşma olmalı!
nasıl ki ben ve yıldız tilbe can ciğer kuzu sarması olamazsak, burdaki dolgu alanla deniz de olamaz!
bu denize karşı da işlenmiş bir suçtur! tek bir yaşamı almak kınanırken biz yaşantının kendisini çalan insanları yüceltiyoruz!



umarım bu yolu yapanların hepsi yıldız tilbe gibi biriyle evlenir! ve gerdek gecesinde yıldız tilbe yatağın üzerinde bayılana kadar dans eder! bunu çok istiyorum!


denizimi geri istiyorum!
yaşantımı istiyorum!
gerçekliğin kendisini ararken, olan tüm bu gerçeklere inanamıyorum...

Sustainable Love

Sustainable love
is that what i asked for?
What is true love
if we keep loving...
true is notsomething
keeps wailking...
its's just a thing; changing.
i never meant to leave you behind though
yet no
look, but i call you
to say 'i love you', 'what?'
'me, as much as you do, love...'

i come here everyday
watching you talking, giving your hard man orders away
deal with me, so we can shake hands.
i can blink my eyes for a second
then can smell your cologne
yeah i get around of you
i get around of you all day
squeezing you into that bathroom
that's waht i think about you

...but your girlfriend...
what i was meant to do anyway?
it's not easy, you see
to be the second one makes me dizzy
coz she hates me
yeah she fucking hates me!
wanna get around of you,
squeezing you into that bathroom
oh all i wanna do
do wash these dirt off my hands
wanna have some sweet talk darling
on that bench we sat yesterday...
like a story grandma used to tell
and fight about your girl maybe...
'come on one kiss wont mean anything'
'didn't it mean anything?'
'are we that strangers anymore?'
...no it didnt!..
'no it never!'

nights are all alone
sleeping without you
dont know what i wanna do?
when she's standing, staring while we're moving...
('oh good lord, how can?')
'please dont kiss me goodnight'
close my eyes
i just wanna feel you
dont try to have my soul
coz she's staring and i'm not okay.

..and i know i'll let you
fuck her1 i hate her, too!

then you kissed me
fucking goodnight!

i hate your lovely honey yellow eyes now
oh thank you honey!
you fucked up my night!
you fucked up her life!

sustainable love
yeah i turned back to you...
'i love you honey'
i do
'dont be angry
i was busy
couldnt call you i am sorry
meet me tomorrow ok?'
i just lefted a little in yesterday
'what happened?'
'dont worry' no, no
i was just busy
dont worry 'i'll kiss you goodnight'...
'sure my
sustainable love'
i really fucked up your life
i really fucked it up...

i'll smoke over you;
both of you...
 

Copyright 2010. All rights reserved.

RSS Feed. This blog is proudly powered by Blogger and uses Modern Clix, a theme by Rodrigo Galindez. Modern Clix blogger template by Introblogger.